İstanbul Film Festivali'nde Mutlaka İzlemeniz Gereken 7 Film



Her sene merakla beklediğimiz ve bizce yılın en önemli sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivali başlıyor. Bu yıl 36. kez düzenlenecek İstanbul Film Festivali’nde 21 bölümde, 61 ülkeden 207 yönetmenin toplam 203 filmi gösterilecek. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Cannes’dan Berlin’e dünyanın önde gelen festivallerinde gösterilmiş, ülkemizde de merakla beklenen filmlerin yer aldığı seçki içerisinden kaçırılmaması gereken filmler listesi hazırlamak pek kolay olmadı. Kişisel zevklerimize göre derlediğimiz bu seçki içerisinden merak ettiklerinizi not alabilir, kendi önerileriniz var ise hem bizlerle hem de festivali takip edecek sinefillerle paylaşabilirsiniz. Şimdiden iyi filmlerle dolu bir festival olması dileklerimizle.

1-Cinsler 

 

 Sene 1976... Amerika’nın kuruluşunun 200. yıldönümü için kutlamalar devam etmekte. Kanada’da yaşayan 15 yaşındaki Kit’in ilgisini çeken hemen her şey de Amerika’da, hayranı olduğu Andy Warhol dâhil... Öğretmen babası ve babaannesi ile banliyöde geçen hayatının tekdüzeliğinden sıkılan Kit, kız arkadaşı Alice’in yardımıyla evden kaçmaya ve otostop çekerek daha özgür ruhlu annesinin yanına gitmeye karar veriyor. Bu yolculuk her anlamda kendisini keşfetmesine araç oluyor. Bu nostaljik ve samimi büyüme hikâyesi sadece 70’lerin hayranlarına değil ergenlik yıllarında kendini içinde yaşadığı topluma ait hissedememiş herkese hitap ediyor.

2-Ev

 

Belçikalı yönetmen Fien Troch’un Venedik’te prömiyerini yapan ve Ufuklar bölümünden "En İyi Yönetmen" ödülüyle dönen son filmi Ev, üç sorunlu gencin birbirleriyle ve onları çevreleyen dünyayla olan ilişkisini yenilikçi metotlarla anlatan bir "büyüme" hikâyesi. Troch, anlattığı hikâyenin ruhuna uygun olarak kurgusal bir anlatım yerine "cinema-vérité"nin büyüsünü kullanıyor ve en çok da beden dilinden faydalanarak eşine çok sık rastlanmayan bir anlatı tutturuyor. Ev’in aynı anda hem huzursuz edici hem de kışkırtıcı özgünlüğüne sinemaseverlerin karşı koyması çok güç.

3-Lady Macbeth


İngiltere’nin önemli genç kuşak oyun yazarlarından Alice Birch ile tiyatro yönetmeni William Oldroyd, Nikolai Leskov’un novellası Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth’i’ni modern bir yaklaşımla sinemaya uyarlıyor. Bu soğukkanlı ve erotik gerilim filmi, Shakespeare’in tragedyasıyla doğrudan bağlantısı olmayan bir hikâye anlatıyor. Katherine, ailesi tarafından kendisinden yaşça büyük ve zengin bir adamla evlendirilir. Kocasının aşağılayıcı davranışlarına katlanmaya çalışırken çiftlikteki işçilerden Sebastian ile tutkulu bir ilişki yaşamaya başlar. Bu ilişkiyi sürdürebilmek için her şeyi hatta cinayeti bile göze almaya hazırdır.

4-Edepliler

 

Belen, korunaklı bir sitede bir evde hizmetçi olarak çalışmaya başlarken bu işin hayatını değiştireceğini tahmin etmemektedir. Önceleri her şey normal devam eder. Günleri temizlik, alışveriş, yemek gibi gündelik işleri yaparak, arada da kendisinden hoşlanan sitenin güvenlik görevlisiyle laflayarak geçer. Oysa güvenlik duvarlarının ardında bambaşka bir dünya vardır. Belen bir gün sitenin hemen yanındaki nüdist komünü keşfeder. Bu gruba dahil olunca önce cinsel, daha sonra da düşünsel bir uyanış yaşar. Artık bir ayaklanma ihtimali hiç uzak değildir. Sürekli kara komedi ve gerilim arasında gidip gelen Edepliler sert finaliyle kolay kolay unutulmayacak bir taşlamaya dönüşüyor.


5-Süper Karanlık Zamanlar

 

Rotterdam Film Festivali’nin Parlak Gelecek bölümünde Şubat ayında dünya prömiyerini yapan Süper Karanlık Zamanlar 1990’larda, internet, sosyal medya veya cep telefonlarının olmadığı günlerde geçen bir gençlik filmi. Filmin kahramanları Zach ve Josh Amerika’da küçük bir kasabada yaşayan, çocukluk arkadaşı iki lise öğrencisidir. Olaysız geçen hayatları, arkadaşları Daryl’ın bir kaza sonucu ölümüyle sarsılır. Gençler korku ve telaşla cesedi saklar ve bundan söz etmeyeceklerine dair yemin ederler. Ancak aralarına aşılması güç bir mesafe girecektir. Tanınmış görüntü yönetmeni Kevin Phillips’in yönettiği ilk filmi güçlü performanslara dayanan, arkadaşlık, şüphe ve suçluluk konularına eğilen parlak bir Amerikan bağımsızı.

6-Sonsuz Şiir

 

Ruhu en genç yönetmenlerden Alejandro Jodorowsky, yeni filminde bizleri bir kez daha her anı yaratıcılıkla dolu ve çılgın bir dünyaya davet ediyor. Festivalde de gösterilen, otobiyografik Gerçeğin Dansı’nın kaldığı yerden devam eden Sonsuz Şiir, Jodorowsky’nin gençlik yıllarına odaklanıyor. Ailesinden ayrılarak kendini 1940’lı yılların Santiago’sunda bohem bir hayatın içine bırakan Alejandro dönemin önemli şairleriyle, şiirin büyüsüyle tanışır ve ilk kez âşık olur... Sonsuz Şiir çok yönlü bir sanatçının, müthiş bir hayal gücüyle perdeye taşınmış otobiyografisi olmanın ötesinde sanatta güzellik ve özgünlüğü yakalamak üzerine bir makale aynı zamanda.

7-Raw


Kimi seyircilerin fenalaşıp bayılmasına sebep olan Raw, son yılların en yaratıcı ve kanlı gerilim filmlerinden. Vejetaryen bir aileden gelen Justine, aile geleneğini izleyerek lisans eğitimi için Veteriner Hekimliği Fakültesi’ne girer. Yurtta, okul geleneği olan bir ritüel esnasında çiğ et yemeye zorlanır. O andan sonra hayatı elinde olmadan değişmeye başlar. Julia Ducournau ilk uzun metrajında bir büyüme hikâyesini beden üzerine kurulu korkunun alanına ustalıkla taşıyor ve baştan sona diken üzerinde izlenen şaşırtıcı, rahatsız edici ve hayranlık uyandırıcı bir tür filmine imza atıyor.

Yorumlar